ÇANKIRI’DA KUTLAMA ve BAZI GERÇEKLER
Atatürk’ün Çankırı’ya gelişinin 88. yıldönümü kutlamalarının
yapıldığına dair haberleri okudum. İçeriğine baktığımız zaman bu
kutlamaların Atatürk'ü karşılayan Çankırı mebuslarından Ahmet Talat Onay'ın o
günlere dair yazdıklarını okumadan veya dikkate almadan yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Biz bu
yazıyı Türk Dili dergisinin 1956 tarihli bir nüshasından ilgili arkadaşlar zahmet
çekmesin diye bulup bu sitede yayınladık. Bazı Çankırı haber siteleri de bu
yazıyı buradan alıp yayınladı.
Bu yazıyı
tekrar sunalım:
ATATÜRK ÇANKIRI’DA
“Seçmenlerimizle görüşmek üzere köylerde dolaşıyorduk. Şimdi ilçe olan Şabanözü’nün Sarıküt, yeni adı Meşelik olan alevî köyünde 21 Ağustos 1925 gecesi, mebus rahmetli Ziya ve Rifat Beylerle köyün baba’sı olan Kâzım Hoca’nın[1] odasında sazlı sözlü, “âyin-i cem”den sonra henüz uykuya dalmıştık, uyandırdılar. Bir jandarma eri, nahiye müdürünün vali Cemil Bey’den[2] telakki
ettiği emrini bildirdi. Atatürk ertesi günü Çankırı’ya şeref
vereceklermiş, bizim hemen dönmemiz lâzımmış. Bir kılavuz alarak zifiri
karanlıkta dağ tepe aşarak nahiye merkezine geldik. Vali ile görüşmek
mümkün olmadı. Çaresiz sabahı karakolda ettik. Meğer Atatürk 23 Ağustos
günü Çankırı’dan Kastamonu’ya geçecekmiş, dönüşte misafirimiz olacakmış.
Şifre hallindeki hata bizi tedirgin etmiş.
Güneş
doğarken şehre döndük, bir komisyon topladık. Nerede misafir
edileceğini, neler ikram edileceğini kararlaştırdık. Öğle yemeği
Ertuğrul İlkokulunda verilecek, dönüşlerinde ortaokulda misafir
edilecekti.
Keklik, üveyk, karatavuk vurmaları için avcılar çıkarıldı. Meşhur Çankırı kadayıfı yaptırıldı. Mektebin bir odası, Kuşçubaşının gelini hanım tarafından gelin odası gibi süslendi; hattâ karyola “Abdülhamit” markalı idi.
23 Ağustos 1925 günü mebus Ziya, Rifat, müdde-i umumî Şevket Beyler ve müftü Atâ Efendi ile Belediye Reisi Cemal Efendi, Vali Cemil Bey’in refakatinde on saatlik mesafedeki Çandır hanı’na gidildi. Bindiğimiz tenekeden iki Ford otomobili idi.
Burada
Gazi otomobilinden indiler. Sırtında gri renkli keten kostüm,
başlarında çok yumuşak hasır panama şapka vardı. Şapkayı çıkararak
elimizi sıkarken vali isimlerimizi söylüyordu. Müftü efendiyi “Halk partisi reisi” diye takdim edince mânalı bir tebessümle:
-Hem müftü, hem parti reisi nasıl olur? buyurdular.
Bu
söz rahmetli müftünün siyasî hayatına son vermişti. Halbuki müftü
efendi ittihatçı, koyu Türkçü, üç lisanda şiir yazan, medrese ilimlerinde mütebahhir, “fünun-i şetta”da salâhiyetli, soyca zeki bir zattı.
Gazi’nin
arabasında Nuri Conker vardı. Fuat Bulca, başkâtip Tevfik, seryaver
Rusuhi ve diğer yaver Muzaffer, muhafız taburu kumandanı İsmail Hakkı,
polis müdürü Dilaver Beylerle maiyet memurlarının bindikleri arabalar bu
sırada gelmişlerdi.
Gazi yarı ciddî:
-Hani sizin şapkanız? buyurdular.
Hep şaşırmıştık. Ben:
-Şapkayla teşrif buyuracağınızı bilseydik, biz de birer tane tedarik ederdik, dedim.
Güldü, dönüşte şapkalı görmek istediğini söyledi.
Çandırlılar ayran ikram ettiler. Meşhur Ömer Ağa’yı sordu. Köye adam koşturuldu. Gelinceye kadar köylülerle konuştu.
Ömer Ağa, sağ elini kalbi üzerine koyarak selâmladı ve Gazi’nin eline sarıldı. Gazi gülerek:
- Nasıl yine mebusları hapsediyor musun? lâtifesinde bulundular.[3]
Ömer Ağa, mahcup, bir yanlışlık olduğunu, mebus sözünü mahbus anladığını ve olayı hikâye etti. Gazi gülerek ağanın yanağını öptü.
“Derimize saman doldururlar mı?” sualine Ağa:
-Lâyık olanların doldurulur, cevabını verdi.
Ömer Ağa, altı yüz yıldan beri ocağı yanan bir hanedanın son çocuğu, gün görmüş, “mîr-i kelâm”, misafir-sever, sözü tutulur, iyi düşünür, Türkçü bir köy ihtiyarı idi.
***
Beraberimize operatör doktor Rifat’ı, Kâmil Beyi de alarak Kastamonu’ya gidiyorduk. Yolda köylüler tezahürlerde bulunuyorlardı.
Ilgaz dağının doruğundaki karakolda Kastamonu heyeti ile karşılaştık.
Kastamonu’da
istikbal pek parlak oldu. Gece konaklarının önünde şenlikler yapan
delikanlıların oyun iktizası attıkları silâhları mene çalışan Ankara ve
Kastamonu polislerini azarlayan Gazi’nin kalabalığa karıştığı görüldü.
İki
gün sonra İnebolu’ya gittiler. Bize dönmemizi emir buyurdular.
İnebolu’da halka “Efendiler! Buna şapka derler, medeni serpuş budur,
bundan sonra serpuşumuz bu olacaktır” mealindeki nutkunu verdiler.
***
Bir gece Çankırı’da kalacağı anlaşılınca, teklifim üzerine tenekeci İsmail Ustaya
bir banyo tenekesi yaptırdık. Hastanenin büyük semaverini getirterek
yanına bir kazan soğuk su koyduk. Bir banyo dairesi vücuda getirilmişti.
Vali Bey, tenekeyi boyatmış, boya kurumadığı için sildirmiş, fakat
kokusu tamamen giderilememişti. Derme-çatma bir banyomuz olduğunu
söyledim. Çok sevindi. Bir taraftan soyunuyor, semavere, kazana bakıp
bakıp gülüyordu.
-Nuri, banyo var, ben gireceğim diyerek girdiler.
Sonra hep yıkandılar.
***
…….Neden sonra inkılâptan söz açıldı. Bahis şapkaya, medeni kıyafete intikal etti.
-Hani sizin smokininiz? diye sordu.
Beraberindekiler
hep smokin giymişlerdi. Çankırılılar bu elbiseyi bilmiyorlardı. Ben
vaktiyle İzmir’de görmüş fakat giymemiştim. Biz mebuslar jaketatay
giymiştik.
Rahmetli
belediye reisi Cemal atıldı. Açık renkli elbisesini göstererek ilk defa
şerefine giydiğini söyledi. Halbuki giyildiği ütüsüzlüğünden,
yakasındaki lekelerden belli idi.
-Efendi,
böyle ziyafetlere açık renk elbiseyle gelinmez, gelmek medeni insanlara
yakışmaz, diye azarladı ve bana dönerek niçin smokin giymediğimi sordu:
-Çankırı’ya
bir gece şeref vereceğinizi geç haber aldık. Smokin yaptırmak imkânını
bulamadık. Siyah olduğu için jaketatayla geldik. Bu kadar kabalığımızı
hoş göreceğinizi umarım, dedim.
Güldü ve hiddeti geçti:
- Mazursunuz, buyurdu.
Fakat Cemal’e bir daha hitap ve iltifatta bulunmadı.”
[1] Bizim alevî köylerinde medreseden icazetli imam, vâiz, fakih kimseler de bulunurdu.
[2] 6.04.1925-11.10.1925 arası Çankırı Valisi M. Cemil Bey (Berkmen)
[3] Bu olayın mahiyetini daha sonra okuyucularımıza sunacağız (Hakkı Duran).
Düzenleyen Hakkı Duran - 23.08.2013 Saat 21:20