"Naylon eskisiynen, çorap eskisiynen, bakırınan"… Uzunyol’dan çıktım yola, kıl heybe omuzum da, selam verdim sağa sola… Yolu İmarete düşürdüm, Iccak taze kırık leblebi, naylon eskisiynen, çorap eskisiynen… İmaret’den yukarı, Odun Pazarını, Damlamca’yı, Akkız Çalısı’nı aşırdım. Taze ıccak kırık leblebi, naylon eskisiynen… çorap eskisiynen…. bakırınan… Kimseye minnetimiz mudaramız yoktur, çok şükür… Ağşama bitiremezsek işimiz kötüdür. Leblebi... Okumaya Devam et →
“CUMA SÜTÜ”
Rahmetli babaannem onlardan bahsederken daima "kızlarım" der, "kızlarım" diye severdi. Evde farklı bir ayrıcalıkları olduğunu bugün daha iyi anlayabiliyorum. Kendi çocuklarından ve hatta torunlarından ayırmadığı gibi sanki onlara olan sevgisi daha bir başkaydı. Babaannemin bu kızlarından büyüğünün adı Hacer’di. Koyu esmer, siyah gözlü bir karasığır malıydı Hacer. ”Kaşında çifte lamelif, gözünde kudretten yazı”[1] var mıydı? Çok iyi... Okumaya Devam et →
Çağdaş Masallar
(Kıssadan hisse…) Helvacı Güzelleri Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, tarihini bilmezler, kültürünü bilmezler ve her daim dalkavuklar Çankırılının beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan: -Tutun ha, vurun ha! diye bir gürültü kopmaz mı? Eyvah dedim. Şimdi bunlar susmazlar uyuyan devi uyandırırlar. İki kalktım, bir hopladım yedi yüz kilometreyi bir... Okumaya Devam et →
Bazen Alibey cami önündeki, bazen Büyük Cami önündeki çeşmede, çoğu zamanda hastane köprüsünün başındaki çeşmede onu görürdüm. Pantolon paçalarını çorabının içine sokar, soğuk kuyu lastikleri ile paytak paytak ama tam ördek gibi de değil, sağa sola sallanarak yürürdü. Kısaca boyluydu. Sırtında omuz yerleri güneşten ağarmış trenci ceketi, başında da trenci kasketi eksik olmazdı. Soluk gömleğinin... Okumaya Devam et →


