1935 YILINDA BİR ILGAZ GEZİSİ*

 

Ilgaz; bu kelimeyi nerede işitsem, nerede gözüme çarpsa hayalime koyu bir yeşillik, duru bir su, tertemiz bir hava gelir. Çam kokuları bir esans gibi gönlüme ferahlık verir.Böğürtlen, ahududu, çilek, ardıç gibi dağ yemişlerinin ağızda bıraktığı lezzetleri tazeler.

Yeşillere bürünmüş tevekkül içinde tanrıya yalvaran bir zahit gibi milyonlarca çam, köknar, kayın ağaçları, at kestaneleri, dağ kavakları gözümün önünden bir sinema şeridi gibi geçer.Hacet Tepesi’nin yalçın kayalıkları arasındaki kar yığınları üzerinden aşıp gelen kuzey yelleri, yanık yüreğimi serinlendirir.

Orta Anadolu ile Karadeniz arasında 2600 metre yüksekliğe kadar çıkan zümrüt gibi bir yeşillik, gözbebeklerinde dolambaçlı bir harita çizer.


Çoktan beri arzuladığım, ömrümde bir defa daha ziyaretinin nasip olmasını dilediğim bu güzel, güzel olduğu kadar sevimli Ilgaz dağına bir gezinti tertip edildiğini duyduğum vakit tuz yığınları arasında 35 derece sıcaklıktaki odamda bunalıyordum. Telefonun cırıltısı arkasından “Cumartesi günü 15’te Ilgaz dağına kadar bir gezinti tertip ettik, hazırlanınız.” denince duru bir hava alnıma çarptı. İçerime hemen bir serinlik düştü. Dört gözle beklediğim o gün geldi.

Büyük bir kamyon içerisinde her yaşta, yirmi iki kişi, bir de ben yirmi üç. Kamyon tıklım tıklım dolu. Bir köşesine de ben atladım. Kamyon içinde samimi bir kardeşlik havası esiyor. Herkes şen şatır konuşmalar, gülüşmeler, kaynaşmalar alabildiğine gidiyor. Güzel, çirkin seslerle karışık türküler. Arada kamyonun sarsıntısından hırpalanan vücutlardan çıkan çığlıklar, hele o bozuk yollarda kamyonun sağa sola yatışı, iri taşlara çarparak göbek atışı başka bir zevk uyandırıyordu. Canları tatlı bazı arkadaşların uçurumlar kenarından geçerken benizlerinin atması, inip yürümeye kalkışmaları, kafilenin yolculuğuna değişik bir tat ilave ediyordu.

İki buçuk saat devam eden bir yolculuktan sonra Ilgaz ilçe merkezine varıldı.

Geleceğimizi duyan tanıdıklar kasaba yanında konuklarını karşıladılar. İlk hürmet olmak üzere buz gibi bir ayran ikram ettiler. Kahve ve çayların adedi, gösterilen misafirperverliğe şükran hislerini katlaştırıyordu.

Bir saat kadar istirahatten sonra kasabayı gezmeye çıkıldı. Tatil olması dolayısıyla ilçenin memurları ve kurumlar temsilcileri ile etrafı dolaştık.
Değerli ilçe beyi Sıtkı, kasabanın bu günkü işleri ile gelecek yıllarda yapılacak işler hakkında izahat veriyor ve bu günün en önemli işinin su işi olduğunu anlatıyor. Üstenciye verilen su işinin bir hayli ilerlediğini ve bir-iki ay içinde biteceğini söylüyordu.

Akşam, otuz beş kişilik bir ziyafet verildi. Gece yarılarına yakın konuşuldu. Ertesi gün yapılacak dağ gezintisinin programı çizildi. Konuklar evlere dağıldı.

Sabah henüz gün doğma sıralarında gözlerini ovuşturarak Belediye önündeki kahvehanenin meydanlığına koşuyor ve hiç uyuyamadıklarını yana yakıla anlatıyorlardı. Kasabada müthiş bir sivrisinek var. Etraftaki pirinçlerdeki sinekler, kasabaya hücum ediyor. Zavallı halkın uyku uyumasına, gündüz ki yorgunluğunu gidermesine fırsat vermiyordu.Bu halin devamı kasabanın ileride bir sivrisinek yatağı olacağını gösteriyor .Buna şimdiden bir tedbir alınmalıdır.

Saat beşte kamyon yolcularına bir de tenezzüh yolcusu katıldı. Kasabadan başlayan köyler arasındaki meyvalıklar içerisinde Ilgaz Dağı’nın eteğine varıldı.
Yapıma muhtaç bir yol üzerinde, dik bir yokuşu tırmanan araçların kavislerde çaldığı acı düdükler, yolumuza devam etmekte olduğumuzu anlatıyordu. DERBENT Karakolu, YANIK, Kastamonu toprağı yolundaki uzun bir çam bulvarından geçerek PAŞA Suyuna vardık. Dar açılı bir üçgen oluşturan ÜÇ PINAR’ın ortasına konduk. Çaylar içildi. Sabah kahvaltısı yapıldıktan sonra kafile ormanın içine yayıldı. Dağ yemişi toplayanların gürültüsü, ava atıyorum diye boşa tüfek boşaltanların kahkahaları arasında saatler hızla ilerliyor, bir taraftan da fotoğraflar çekiliyordu.

Yemekler hazırlanıyor, ara sıra ziftlenenler de oluyordu. Saat dört buçukta kafile yürüdü. Derbent Karakolu yanındaki Jandarma Şehitliği Anıtı ziyaret ve şüheda ruhları takdis olundu.

Aynı zevk ve coşkuyla Çankırı’ya gelindi. Bir buçuk günlük bir gezinti unutulmaz hatıralar bıraktı.

Bunları yazarken Ilgaz’daki arkadaşların konukseverliğine şükranlarımı sunmayı bir borç biliyorum.” (1)


(1) Okuyucuya Not: Bu Ilgaz yazısı, 17 Ağustos 1935 tarihinde Çankırı’da yayınlanmakta olan haftalık Duygu gazetesinde yer almıştır.Yazar, yazıya adını koymamıştır. Tuz yığınları arasında 35 derece sıcaktan bunaldığı göz önüne alınırsa, Çankırı Tuzlası memurlarından olması tahmin edilebilir. Tarafımdan bazı düzeltme ve sadeleştirmeler yapılmıştır. (Yazı daha önce 2004 yılında bu sitenin il versiyonunda yayımlanmıştır. h.duran)

Motorlu araçların olmadığı dönemlerde, Çankırı’da KALE, TAŞMESCİT, HACETTEPE ve KARAKÖPRÜ GEZME’lerinden söz ediliyordu. Kamyonlar devreye girdikten sonra gezmelerin mesafesi uzamış, YANLAR ve ILGAZ gezmeleri Çankırı’nın gündemine girmeye başlamıştır.

Kamyonla Ilgaz gezisi, Çankırı’da uzun yıllar iç turizmin küçük çaplı bir parçası olmuştur.1965 yılında lise birinci sınıftayken, kamyonla Ilgaz-Kadı(n) Çayırı’na düzenlenen bir geziye katılmıştım. Yollar,hakikaten yürekleri hoplatacak ölçüde tehlikeli ve ilkeldi. Yeşilin sonsuz nüansları ve eşsiz tonlarını ilk defa orada görmüş, büyülenmiştim.

O günden otuz beş yıl sonra, ilk Ilgaz festivalinden bir yıl önce Kadı(n) Çayırında, ailemle beraber 9-10 gün konaklama fırsatı buldum. Orman idaresine ait taş binayı kiralamıştık, ama henüz elektrik yoktu. Radyo ve televizyon da yoktu. Tam doğal ortam denilecek şartlar vardı neredeyse… Geceleri vahşi seslerden korkan çocuklarım, biz köy çocuklarının idare lambalı, elektriksiz ilkokul yıllarımızı ne kadar anlayabilmişlerdi, bilemiyorum… Ama, ILGAZ Dağı’nın o kesiminde bol olan dağ çileklerinin tadını ve kokusunu, eminim hayatları boyunca unutamayacaklardır. Ertesi yıl düzenlenen I. ILGAZ Festivali’ne gerekli parasal desteği sağladığımız gibi, biraz zor da olsa Kadın Çayırı’na elektriği özel bir çaba ile bağlatma imkanı bulduk. Yoksa festival tehlikeye girecekti. Yılmaz Karakoyunlu’nun (O zaman Devlet Bakanı) Zeki Ömer Defne’nin “ILGAZ” adlı şiirine yaptığı Nihavend şarkı“Yıldızlar Çamlara Değer de Geçer” ilk kez, o festivalde icra edildi. Keza “Eteğinde Ilgaz’ın Şanlı Tarih Türküsü” adlı Hicazkâr şarkı da öyle…

NOT: Yazı ilk yayımlandığı zaman İbrahim ZENCİRCİ bir yorum yapmış. Aynen ekliyorum:

izencirci
Yetkili Üye


Izmir
301 Cevap
Gönderim – 30/12/2004 :  00:32:44


Yukardaki Sayın Hakkı DURAN’ın yazısını okuduktan sonra;26 Nisan 1988 de yani 16 yıl önce,Çankırı merkez doğumlu bir babadan, Ordu Perşembe doğumlu bir anadan,İzmir Karataş hastanesinde doğan kızımıza ILGAZ ismini vermenin isabetini,mutluluğunu bir kere daha hissettim. Aynen 1935 yılındaki yazının ilk parağrafındaki gibi;
““Ilgaz; bu kelimeyi nerede işitsem, nerede gözüme çarpsa hayalime koyu bir yeşillik, duru bir su, tertemiz bir hava gelir. Çam kokuları bir esans gibi gönlüme ferahlık verir.Böğürtlen, ahududu, çilek, ardıç gibi dağ yemişlerinin ağızda bıraktığı lezzetleri tazeler.”

Sorarım,bu Çangırılılık hastalığının çaresi var mı?


Çankırı Araştırmaları Sitesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın