BORDO AYAKKABI

“Bilmem ki; karşılaşsak bile hatırlayabilir miyiz birbirimizi yeniden? İkimiz de artık bir başkasıyken”

Onu camekanın köşesinde ilk gördüğümde rengine vurulmuştum. Yukarı arastada Kunduracı Orhan’ın vitrininde baş köşede duruyordu. Gözlerim ondan başkasını görmüyordu, onunla okul yollarında yürüyeceğim günleri hayal etmeye başladım.

***

Orta üçe geçtiğim seneydi, okulların açılmasına çok az kalmıştı, sesim kalınlaşmış, bıyığım terlemişti, onunla birlikte tüm gözler ikimizin üzerinde olacaktı.

***

Orta bire başlarkende Onar Kunduruya siyah, bacıklı, sayası işlemeli şipariş vermişti babam, aynı model bir kendine birde bana. Onarlar sipariş üzerine çalışırlardı. Beyaz kağıda bastığın ayağının etrafı kurşun kalemle çizilir, ayak tarağıda mezura ile ölçülerek kağıda not düşülürdü. Bir hafta, on güne hazır olurdu, hernekadar ölçü alınsada, ilk giydiğinde ya sıkar, ya da arkadan vururdu. “Usta bu sıkıyor” diye söylendiğinde ise gülerek “giydikçe açılır“ derlerdi.

Ayakkabıcıların çoğu ise Ayakkabıcılar Arastasındaydı, Kunduracı Orhan’ın vitrininde onu gördüğümden başka, daha önce ve daha sonrasında da hayatımda başkaları oldu.

Kunduracı Muhlis, Kıbır Hüseyin gibi ustalarda siparişten sonra yeni yeni hazır satmaya başlamışlardı. Özçenk o yıllarda bol çeşit ve hazır satıyordu. Dediğim gibi ondan önce bu ustalardan aldıklarımla da beraberliklerim oldu.

O çok yakışacaktı ayağıma.Üstümüzden yağmur, altımızdan seller geçse, karlar yağsada. Sabahın erken saatlerinde onunla okul yolunda yürümek hayali bile çok güzeldi.

Ceketim daralıp eskirken, pantolonumun paçaları kısalırken onunla birlikte olabilmenin mutluluğunu yaşamak istiyordum.

Birlikte ne umutlar döşeyecektik Çankırı sokaklarına. Onunla koşarken kendimi bulutların üzerindeymiş gibi hissetmek istiyordum.

Ona gözüm gibi bakacağıma, hiç eskitmeyeceğime ve tamirciye vermeyeceğime, çorabımı her gün değiştireceğim, gömleğimi de. Ama onu değiştirmeyecek kadar sadakatli olacağıma söz veriyorum.

***

Kunduracı Orhan arastanın üst başında Yeni fırını geçince, Kalaycı Yüksel’in yanındaydı. Karşı köşede Kıbır’ın Hüseyin, diğer köşede Kıbır’ın Hasan’ın dükkanı vardı. Kunduracı Orhan’ın devamında kunduracı Hüseyin Yenikalaycı yanında dayım İsmail Yakar’ın, çarşamba günleri yarım ekmekle birlikte terazide tartılarak kaymak, gül reçeli yenilen bakkaliyesi vardı. Tam karşısında meşhur Dilaver’in Kahvesi.

****

Oysa bütün ayakkabılar eskir. Dostluklar gibi. Dostluğun, eskisi makbuldür derler, ayakkabının yenisi.

O eskiyince kapının önüne konan, arkası basık ve her gelenin giyeceği ayakkabılardan olmayacaktı.

Onu sadece yürümek için kullanacağıma mahalle aralarında top oynamayacağıma, konserve kutularına tekme atmayacağıma söz veriyordum.

*****

Uzun süre vitrini seyrettiğimi gören Kunduracı Orhan amca, “hoş geldin İbrahim çok mu beğendin” dedi. Yutkundum, beğendiğimi belli etmemeye çalıştım. “Gel içeri bir deneyelim bakalım, ayağına oluyor mu?” Dedi.

“Kereta” denilen ayakkabı çekeceğiyle, incitmeden usulca giymeye çalıştım, ayağıma olmazsa diye çok korkuyordum. Korkularım boşunaydı, ikinci bir deri gibi sardı ayağımı.

İçeriye girdiğimden beri sanki oda bana bakıyordu. Belkide “acaba beni alacak parası var mı? Diye düşünmüştür. Belkide herkesin denemesinden yorulmuştur. Sanki “seninle her yere yürürüm” der gibi bana bakıyor, onu ne kadar istediğimi hissediyor gibiydi.

***

Orhan amca “ayağına cuk oturdu” dedi. Karton kutusuna koydu. “Al, ben parasını babandan alırım” dedi.

Koltuğumun altında beraberce çıktık dükkandan. Okulun ilk gününe kadar yatağımın baş ucunda, her gün onun kokusuyla uyanmak mutlu olmak için yetiyordu.

****

Erkenden gitmiştik okulun ilk günü Taş Mektebin taş duvarına yaslanmış, zilin çalıp açılış töreninin başlamasını bekliyorduk. Onu ileri doğru uzatarak, karşıdan gelen güneşin ışınları ile parıl parıl parlamasını ve mutluluğumuzu başkalarıda görmesini istiyordum.

Tam karşımızda, yeni bina tarafında benden bir alt sınıftan iki çocuk gözlerini dikmiş bize, daha doğrusu ona bakıyorlardı. Birisi hayranlıkla onu gösterek, diğerine birşeyler söylüyordu. Arkadaş değildik ama onları tanıyordum, hatta birisinin ailesine katkı olsun diye, tatillerde ayakkabı boyacılığı yaptığını biliyordum.

İşte o anda farkettimki, bu kadar mutluluk bize ağır geliyor. Arkadaşlarımın yüzlerini görmemek için “Ki artık bakmaya gücüm yoktu” kafamı öne eğip yürüdüm, okul bahçesinde gördüğüm sadece ileri geri hareket eden, koşan bir çok ayakkabı vardı. Eski, yeni, topuklu, spor hepsi de tüm yükün ağırlığı altında ezilmiş gibiydi. Bir tek bordo renkli ayakkabı yoktu, okuldan çıktım.

İçim daralıyordu, tüm yükümü taşıyan bedenim değildi, ruhum da olamazdı. Bunu bile bile kendime nasıl yaptım.

Bunu yapan tek şey vardı. Bir çift bordo ayakkabı.

Kastamonu caddesinden eve doğru yürürken, ayaklarıma ince çakıl taşları batıyordu.

26 Nisan 2024

Ordu Sahili


Çankırı Araştırmaları Sitesi sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Yorum bırakın