Dünürşülük ilişkimiz olan Mustafa Hocamla bu vesileyle dolu dolu bir sohbet yapma imkânım oldu. Bize aracılık eden yeğeni Canan Gayret Akay a çok teşekkür ediyorum, hocama sağlıklı ömürler diliyorum.
Serpil ÖZKAN
MUSTAFA KUTTAŞ
Anne adı :Zöhre
Lakabı: Hacı Şükrü
Baba adı :Vahit
Lakabı: Çağlagözler
Doğum yılı: 1946
Kardeşleri :Mehmet Özkan Kuttaş, Nisa Gayret, Şahande Aydın

Annem Kırıkkale’nin Sulakyurt’tan gelmiş. Babam Çankırı nın Ayan köyünde eğitmenlik yapıyormuş. Uzun Yolda Karataş hamamına yakın yerde oturuyorduk. Komşularımız Akkanadın Ayşe Abla,İhsan Armağancı nın kızı Süheyla Abla, Dodurgalı Afife Teyze, Bıddarların Emine Hanım, Zühtü Nurhan Börekçiler, Kanıkaralar, Kemal Barlasın evinde Güneş Okulunun müdürü Avni Akçaoğlu vardı. Onların evinin önünde otururken bize “Ahmet uyuyor gidin “derdi, geri gelince oturmayalım diye su dökerdi. İhsan Armağancı top oynasak kızardı ses yapıyoruz diye. Kaçardık o gelirken.
Eskiden Tatlı Çayın oraya yol yoktu. Çarşamba günü köylüler oradan geçerdi. Biz bıçağın sapına ip bağlardık, ipi toprağın içine gömerdik. Konağın oradan seyrederdik adam bıçak buldum diye alacağı zaman ipi çekerdik. Kâğıttan külah yapardık. İçini doldururduk, yolun kenarına koyardık. Yoldan geçen alır cebine koyardı bizde eğlenirdik. Çocukluk işte.
Kırıttım Ali’nin durduğu yerde Ziraat Müdürü oturuyordu.
Turan, Nihat, Namık ve Ataol Behramoğlu diye çocukları vardı. Turan arkadaşımdı benim. Hamam tamir oluyordu. Biz de tahtadan kılıçlar yapıp oynuyorduk. Oynarken Turan geri geri giderken düştü, kayboldu. İçerde aradık bulduk. Kafasının arkasında yarık var babasına haber verdiler. Hemen hastaneye götürdüler, dikiş attılar. Babası oğlumu kurtardınız diye bizi Ziraat’in arabasıyla gezdirdi. Fidanlığa Orman İşletmeye götürdü, gezdirdi. 1958-60 yıllarıydı.
7 yaşındayken babam vefat etti. Oyun oynuyordum, baban öldü dediler. Oynamaya devam ettim. Aklım o kadar erdi. Yıllar geçtikçe bu acı derinleşti. Mamak mezarlığına gömülmüş. Annemin de okuryazarlığı yoktu, eline bir kâğıt vermişler. Annem çamaşır yıkamaya giderdi, baklava yazardı, Tahtaköprüde astsubay bir akrabamız vardı sırtına yaslağacı vurur gider, evlerinde baklava yapardı.

Durduğumuz evde küçük odalar vardı onları kiraya verirdi 15-20 liraya öyle geçinirdik. Halam Şıhşamıra gitmiş. Babamın resimlerini, hatıralarını anlatırdı. Öğretmen Zeki Erdoğan’ın babası anlattı. Baban eğitmenken yazın boş zamanlarında buraya gelir, semer yapardı diye. Köyleri dolaşıp köylerden bal, keçi alır getirirdi. Bir gün “sen de büyüdün gel seni de götüreyim” dedi. Mart Köyü’nün orada mola verdik. Ramazandı, ben orucumu açayım dedi. Ekin yığınının üstüne attı beni orada uyuduk. Köye varınca Asarap Hoca vardı, ders veriyordu. 10-15 gün durduk o semer yaptı gelirken yumurta falan verdiler. Aklımda kalan o var.
Ağabeyim Mersin’de askeri okuldaydı. Valizi açınca portakallar yayılırdı nasıl sevinirdik. Bir de babam lastik çizme aldı gece uyuyamadım. Sabah kalkınca giysem de oynasam diye o çizmenin kokusu burnumdan gitmez. Çocukluğumda ayakkabısız gezerdim, kumluydu yollar. Eve girerken annem ayaklarını yıka derdi. Bir ona bir ona su çırpardım bakardı iyice ovalattırıp içeri alırdı. Bir gün küpecikten iki yumurta aldım bakkala sattım 15 er kuruştan 30 kuruşa sinemaya gittim. “Akşam ezanından önce eve gireceksiniz” derdi geç kalırsam bacaklarıma vururdu. Erkeksiz geçim derdinde bir anne şartların elverdiği kadar çocukluğumu yaşadım.
Karaköprü’de bahçemiz vardı. Annem gömme yapardı. Tarhana çorbası yapacağı zaman ablamla ben karıştırırdım sobanın üstünde içinde sızgıç bulunca nasıl sıyırırdık pıhtı yapardı, yumurta tatlısı yapardı. Babam Ayan köyünde eğitmenken Tepeköy, Çavuş komşu köyler yan yana gelince annem yumurta tatlısı yaparmış, yerlermiş. Yerli malı haftasında babam iğde dalı getirirmiş çocukların getirdiği meyveleri iğnelerine takarmış. Yerli malı yerli malı diye sallayınca dökülür çocuklar yermiş. Köyde talebelere ceza vermeden önce ağabeyimi dövermiş önce. Şifacı yönü de varmış zannedersem o yıllarda ilaç yok, merhem yok. Zeytinyağının içine yeni doğmuş fareyi atarmış, onu yağ eritiyormuş. Onu kel olanlara, başlarında hastalık olanlara sürermiş. Elimde bir iltihap falan çıkınca nohudu oraya koyardı, cerahati çekerdi.
Atatürk Kurtuluş İlkokulu’nda okudum. Öğretmenim Mualla Çınardı. Ortaokulu Merkez Ortaokulunda okudum. Lokman Uyanık, Halit Gültekin hocalarımdı. Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesini ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesini okudum. Mezun olunca ilk tayin yerim Van’ın Gevaş ilçesi oldu.

Van’da 1 yıl çalıştım birinci sınıfı aldım. Ortaokulların ingilizce dersini aldım, öğretmen olmadığından. Yardımcı kitaplar vardı. Onların sayesinde o boşluğu doldurdum. Buradan bazen müfettişle gidiyordum. İnince beni teftiş ediyordu, şartlar öyleydi. Banka müdürü, kaymakam, savcı, hâkim bu taraflıydı. Beni aralarına alıyorlardı kimi cümbüş kimi kanun çalıyordu eğlence yapılıyordu, beni de çağırıyorlardı. Bende mandolin çalıyordum.
Dışarıdan bitirme sınavı hakkı oldu. Bir gün bir adam geldi o kadar şişman ki meğer beline halı sarmış, üstüne paltoyu giymiş. Müdürüm sana bu halıyı getirdim diye. Sınavı yapıyorduk o uygulama sayesinde 200 kişi mezun oldu.
Botan Çayı geçiyordu, benekli alabalık vardı. Okulun hizmetlisi tutuyor, bize kızartıyordu. Buradan ilk gittiğimde kalacak yer sıkıntısı oluştuğundan mütevellit okulun bir odasında kitapları yere serdim, üzerine yatağı koydum, yattım.
Sivas’a gittim. Üç buçuk ay eğitim gördük. Kimi Ali Okulu diyorlar (okuryazarlık kursu) orada kaldı, benimki yine köye çıktı. Kars Digor’a çıktı. Yine doğu. 2 yılda orada durdum. Ata binmeyi, kızağa binmeyi, silah kullanmayı öğrendim. Atla giderken arkamdan kurtlar geliyordu. Komşudan silah alıyordum. İki el ateş edince barut kokusuna gelmiyorlar, kaçıyorlardı. Geri yine geliyorlardı. Düştü mü, bize yiyecek var mı diye. O şartlarda çalıştım. Okulun yanında jandarma karakolu vardı. Onların tabldotuna katıldım askerlerle para verip yiyordum. Daha sonra Çankırı Sağlık Meslekteki öğretmen Ünsal Şener’in ağabeyi müfettiş Faruk Şener beni teftişe geldi. Kağızman’da kalıyordu, eşi de öğretmendi. 150 kovan arısı var, yollar çok kötüydü. Atla tepeden dolana dolana inip Aras Nehri’ni atla geçip Kağızman’a geliyordum. Ben onlara yumurta götürüyordum, onlar da bana bal veriyorlardı. En son teftişe geldiğinde sen bir daha buralara gelemezsin ikimize de at bul gezelim dedi. Teftiş yaptığı köyleri geze geze gittik. Beraber Halıkışlak diye bir köye geldik, tam Rus sınırında. Orada kaldık. Beni bir teğmen misafir etti o da ağanın evinde kaldı. Dürbünle gece o tarafı seyrettim. Gece tuvalete çıkarken aman dikkat et ışığı o tarafa tutma ateş ederler dediler. 67-68 yıllarıydı, sabahleyin seyrettim. Erkekleri, kadınları, çocukları ayrı otobüslerle çalışmaya götürüyorlardı, değişik bir sistemleri vardı.
Müdür odasında somya vardı. O yokken orada yatıyordum, sonra lojmana geçtim. Sobada tezek yakıyorduk. Bir et budu alıyordum biraz kesip kavuruyordum, yumurta pişiriyordum. Sabahleyin kalkınca yumurtayı ıslatıp küle batırıyordum rafadan pişiyordu. Orada öğrendim bizim buralarda sacı külleyip börek çörek pişirdikleri gibi. Düğünlere gidiyordum gelin almada kim köye önce gelirse bir koyun hediye veriyorlardı. 2 yıl orada kaldım. Çankırı’ya tayinim çıktı. Çorum sınırında Taytak diye bir köy var oraya geldim orada da Kürtçe öğrendim. Bayanlar
” Taze muallim karnı aç mı? Diyorlar.
Ben de
” Sağ olun karnım tok” deyince kaçıştılar. Bizim dilimizi biliyor diye. 2 yılda orada çalıştım. Tuvalet ihtiyacı olunca hocam ıbrığı al dama giriver arkaya dolanıver diyorlar. Baktım böyle olmayacak. Bir tane daktilom var. Yazı yazdım, altını mühürledim sanki valilikten geliyormuş gibi. Emir geldi her eve tuvalet yapılacak dedim. On çocuğu yanıma aldım. Beşine kazma, beşine balta verdim. Nereye yapılacak soruyordum, bir buçuk metre kazdırıyordum. Köyün içine hep tuvalet yaptırdım. Satıyüzü Köyünden su geliyor oranın suyu tuzlu kullanılmıyor. Muhtar de ihmal etmiş. Dedim beraber Ankara’ya gideceğiz köy katkısı olarak Köy İşleri Bakanlığına para yatıracağız suyu getirteceğiz dedim. Akrabalar soruyor memnun musun? Memnunum diyorum. Su yok yolu 2 saatte traktörle gidiyorum diyorum.
İsmet Eskibörekçiyle amca çocuklarıyız bana sormadan tayin istemiş. O Maruftaydı buranın yolları da virajlı. 7 bayan 4 erkek çalıştık. Müdür vekili olarak çalıştım. Meliha Tuna, Meliha Can hatırladıklarım. Zeki Erdoğanlar biz Ildızıma ineceğiz sende gel dediler. İsmet ağabeye söylemeden tayin istedim duyunca biraz kızdı. Köylülerle muhtarla iyice kaynaşmıştım. Orada 3 oda vardır. Büyükler, gençler, orta yaşlılar otururken eve haber gönderiyorlar yemek yapın diye yemek geliyordu. Beraber sofra kurulup yeniliyordu.
Maruflular hep İstanbul’dadır, camcılardır. Onlardan da cam kesmeyi öğrendim. Okulun camlarına bayrak yaptım. Beyaz boya ile ay yıldızı yapıp kırmızıyı çekiyordum. Bayrak güveleniyor diye hatta evlerden isteyenlere de yaptım. Daha sonra Halk Eğitim’de odalara küçük küçük bayraklar yapıyordum, şablonlarım duruyor.
Çok kişi tanıdım anılarım oldu. Ahmet Hoca vardı muska yazardı, okula gelirdi kâğıt verirdim. Raşit Ağa vardı, Bedük Ali, Hot Ali, Gasvar Ali diye muhtar vardı. Süttozu dağıtılırdı. Akşam kapıya bırakırdı. Oğlu Cengiz’in çok iyi işi var, fırça imalatı var. Taksici Korgunlu Arif Ağa vardı arabası otomatik vitesliydi. Kömür, un dolduruyorduk. Marufa giderken bayır gelince hoca azıcık in şu bayırı çıkayım derdi 70’li yıllardı.
lldızımda ara tren vardı Recep Yaslıkaya, Emine Yaslıkaya, Emine Arpacı, Kadir Altınokla beraber çalıştık. 8 yıl durduk. Oranın suyu havası çok güzeldi. 1980’de Çankırı’ya indim. Milli Eğitim Müdürü’nün kızı erkek öğretmen istemiş. Tahir Selenay Atatürk Kurtuluş İlkokulu’nda beni kaydeden öğretmenimle çalıştım. “Gel evlat “derdi. Okul çıkışı beni arabayla götürürdü.
“Hocam çarşıda işim var” derdim yok önce eve git anneni gör sonra çarşıya çık derdi. Bir seferinde oğlum Erol’da vardı gezdirdi bizi mezarlığa götürdü.
Bak Erol dedi şura benim şurası da hanımın mezarlığı dedi. Erol’da sen daha ölmedin ki dedi ölünce gömecekler dedi.
Çok disiplinliydi bayan öğretmenler “Ne olur söyleyiver seminerden yarım saat önce çıkalım” derlerdi. Beni talebelikten tanıdığı için biraz toleranslıydım. Yazı dersine girerdi, dolma kalem kullanırdık. Bir gün içini arkadaşa verdim dışını ben aldım eline aldı içini göremeyince getir bakayım elini dedi cetvelle vurdu. Hocam bana böyle yaptınız deyince
” Nereden hatırlayayım o kadar talebenin içinde” dedi. Kazım Ük diye bir öğretmen vardı. “Hocam sararmışsın” derdi. Hemen sekretere sevk yaz muayeneye gideyim derdi. Birkaç gün sonra derdi ki “gelin kahve içeceğiz seyredin” derdi. Hocam çok iyisiniz, iyi görünüyorsunuz deyince gelin size bir kahve ısmarlayayım derdi.

İki buçuk yıl çalıştım. 4 çocukla hanım çalışmıyor geçim biraz zorlanıyoruz. 10 sene sınava girdim yurt dışına gitmek için 1972 -1982 yıllarında Almanca kursuna gittim. Mülakata girdim soruyorlar:
“Giderken ne götürürsün?”
“Kitap, kaynak, bayrakta götürür müsün?” Deyince uyandım onu en önce koyarım dedim. Enstrüman çalıyorum dedim. Cebimde flüt vardı İstiklal Marşı’nı çaldım. Cebimde de folklor resmi vardı. “Niye gidiyorsun?” dediler. Gerçek sebebini söyledim geçim zorluğu çekiyorum dedim. Bekir Tümay vardı Şube Müdürü dedi ki sen buraya daha çok geleceksin dedi. Kazandım herhalde dedim. Alman Kültüre gittik 3,5 ay kurs gördüm kurs bitince Bekir Tumay yerleriniz belli olacak işi olmayanlar öğlen sonu yanıma gelsin dedi. Akıllı öğretmenler arıyorum dedi. “Nasıl? Ne demek?” dedim. 2 yıl falan okuyanları dedi. Ben de öğretmenlik yaparken iki yıl okumuştum. Bende okudum dedim. Torpil yok sıran gelince dedi. Okuyanları Bavyera diye bir yer var oraya gönderiyorlar. Sosyal haklar daha fazla. Stuttgart Hamburg’a göre.
Kurs bitti Çankırı’ya geleceğiz biz gideceğiz demeyin istemeyenler şikâyet eder soruşturma geçirirsiniz gecikirsiniz dedi. Mitle toplantı yaptılar şunu yapın bunu yapın diye taktik verdiler. Almanya’da bir öğretmen evinde 3 gün kaldık talebelere dedik bize ev buluverin. 70 günlük kurstan ne olur daha yeterli Almancamız yok eski öğretmenler vasıtasıyla ev bulduk. Elimizdeki 7 kiloluk çantayla geziyorduk sınıf sınıf. Eğitim çok değişik orada öğretmen çok çalışıyor çocuk boş kafayla geliyor dolu kafayla gidiyor. Ezber metodu yok yaparak yazarak öğrenecekler derse katılacak. Bir derste 3-4 aşama var. Motivasyon, dersin işlenişi, dersin sonucu, değerlendirme…
Ursula Suat diye bir hanım arkadaş vardı. Çorumlu Mehmet Ulay ile evlenmiş.
” Hocam yumuşak g’nin şapkasını koymamışsın” derdi o kadar iyi Türkçe öğrenmiş. İstanbul’da büyümüş. Benim sınıfa girdi. “Ne yaptın? Nasıl alıştın mı?” diye Almanca sordu. Ben de Almanca cevap vereceğim diye uğraşıyorum.
” Zorlama ben Türkçe biliyorum” dedi. Ondan sonra ailece tanıştık. Elif diye kızları vardı daha sonra dönerken onların eşyalarını Ankara’ya tırla getirdik. İzmir Caddesi’nde Ankara Sanat Tiyatrosu vardı eşi tiyatrocuydu. Uğur Mumcu’nun hayatını oynadı şimdi Mahkûm dizisinde yaşlı adamı oynuyor.

Sigarayı çok içmezler. Bizim bir arkadaş Samsun sigarası içti diye 3 gün oraya girmediler. Birayı su gibi içiyorlar, çocuklara bile sulandırılmış bira veriyorlar içecek yerine.
Bir gün punkçularla yolda karşılaştım. Baktım ellerinde zincirler hemen arka cebimden tarağı çıkarmaya yeltelenince ince bıçak zannettiler gerilediler o sıra metro geldi hemen bindim. Bıçaktan çok korkuyorlar. Gece oralar ıssız bizim bura gibi “akşam size geleceğim” desen defterini çıkarır” şu günüm boş” der çünkü sabahın köründe kalkıp işe gidiyor akşam dizi falan seyretmez haberlere bakar yatarlar. Çocukları erkenden yatar.
5 yıllığına gittim başarılı olunca 6 yıl kaldım. 4. yılda ehliyet aldım, araba aldım. İki kere buraya geldim. Orhan Bey’in (Özkan) arabasına parça getirdim, önce gümrükten geçmek gerekiyor kalabalık olan yere girmiyordum orası pürüzlü oluyor tenha yere giriyorum.
” Ne var? ” diyorlar.
Her şey var diyorum tanıdık eş dost var hediye mertçe söyleyince geçiriyorlardı. Türkiye’de olmayan şeyleri hediye getiriyordum. Ekonomiyi düzelttim.
Almanya’dan gelince “ne öğrendiniz? ne tavsiye edersiniz?” diye soran olmadı. Eğitim sisteminin uygulanmasını isterdim. Çocukları araştırmaya sevk ediyor. Mesela tahtaya bir yazı yazıyorsun çocuklara soruyorsun onlar fikir üretiyor sorular buluyor. Öğretmen çok az konuşuyor, defterlerinin kenarında boşluk var öğretmen inceliyor eksikliklerini yazıyor. Bir dahakine öğrenip onu düzeltiyor. Eğitim sistemi oturmuş değişiklik olmuyor. Çok disiplinliler. Bir program ayarlandığı zaman karda yağsa buzda olsa o muhakkak uygulanıyor erteleme değişiklik gibi bir şey söz konusu olmuyor. Okulun bahçesinde kaç sınıf varsa toprağı parselleyip sınıflara veriyorlar ekiyorlar biçiyorlar çocuklar onları takip ediyor.
Şimdiki durduğum yerin arsa sahibine mark verdim. Senet sepet yok bir ev parası ver parsel yaptıracağım dedi. 20 bin mark verdim. 14 sene durdu bitince şuraları benim hangisini beğenirsen al dedi durduğum daireyi beğendim.

Artık ben öğretmenlik yapmayım idarecilik yapayım diye düşündüm. Bekir Salebciye dedim. İki tane rakibim var biri müfettişin hanımı biri vali muavinin hanımı dökümanları takdir başarı belgesini gösterdim. Nesrin Altıparmakla çalıştım. 2003 de emekli oldum.

Araştırmaya merakım vardı. Folklor Araştırma Enstitüsü’ne bütün araştırmalarımı teslim ettim. Kültür Bakanlığı’na bağlıydı. Ankara’da Naim Tan vardı ilgi gösterdi.
1970 yılında halamın torunu ile evlendim. Yerli usullerine göre düğünümüz oldu. 4 çocuğumuz oldu. 1999’da vefat etti. Kayınpederim “ben senin haline acıyorum” dedi “ya kendin bul ya da ben bulayım böyle yalnız durulmaz” dedi. Evde iki torunun var onlara da sor dedim. Şimdiki eşim Zehra’yı birisi tavsiye etmiş evlendim.

2007’de bypass oldum damar değişti, ilaçlarımı kullanıyorum kendime bakmaya gayret ediyorum. Avokado karaciğere safra kesesine iyi geliyor son zamanlarda onun faydasını görüyorum tavsiye ederim. Kabuğunu bile kaynatıyorum kırmızı oluyor.
Elektroniğe zaafım var. Led lambalarından yeni lambalar yapıyorum, kapı zillerini yapıyordum eskiden. Vali Halil Ulusoy okula gelmiş dolapları açtırıyor. Benimkine sıra gelince o sabahçı öğlen gelmez demişler. Biliyorlar benim dolapta hoca hanımların saç kurutma makineleri, ütüleri var tamir edilecek. Annem derdi ki boş duracağına çalış. Elektrikçi Burhan’ın yanında falan çalıştım. Hüsamettin Çam’ın dükkânına giderdim orada da televizyon tamirini öğrendim. Ev atölye gibi bozuk radyo tamir ediyorum.
Amatör telsizciler kursuna gittim. Ehliyetim var, kalede rollerimiz var. Hanım şikâyetçi ev çok dağınık çok kalabalık oluyor diyor ama ben de bunlardan zevk alıyorum.
Biz adetleri yaşatmaya gayret ediyoruz. Almanya’da bile bir gün lahmacun yaptırdım öğretmenler odasında ikram ettim buyurun dedim. Birisi ben orucum dedi, çay içtiniz dedim bizde et ve balık yenmez diğerleri serbest dedi. Biz de sabahtan akşama kadar yemeyiz dedim. İnancını samimiyetle gösterince hayran kalıyorlardı eğer bizden giden kendini değiştirirse makbul görmüyorlardı.
İki aile ile samimi oldum. Ben lokum götürüyordum şekerli diye çocuklarına veriyorlardı. Ahbaplığı ilerletince davet ettiler ” senin için dana etinden mangal yapacağım” dedi. Mangalı yaktı buraya gelince ben de onları misafir ettim. Diğer aile de folklora düşkündü buradan şalvar yaptırdım götürdüm uyum sağlamaya çalıştım. “Dostluğun biz sevgisi ile toplandık her an burada” diye meşhur şarkıyı mandolinle çaldım.
Orhan Bey (Özkan) in yaranına misafir gittim. Okulda yarın akşam yarana çağırıyoruz dediler. Ertesi gün Şahin Arslangiray “bize niye demedin? dedi. Ben de “boş ver dayak atarlardı” dedim. Koynuma bir urgan soktular çıkar dediler ben de süveterimi çıkardım bağışlıyorum dedim. Yeğenimin eşi Mehmet Başbuğ yaranına çağırdı. Samsun’a giden mi oyununda kayınpederine dayak attırdılar. Kiminle giden Cemal ağayla diyerek öyle de esprili şeyler yaşadık.
İrfan Dinç’i beğenirdim. Bir gün babası okula çıktı geldi. Benim evin camını kırmışlar. Benim madalyam var gaziyim diye. İsmini yazmış çocuğun çağırdım “öğretmenim top oynarken oldu ben kırmadım” dedi ailesini çağırdık camını taktırdık
öylede bir anım var. Namık Kemal Eryılmaz’a da Şaban Danacı ile ziyaretine giderdik. Herkes bir şeyler yapmaya çalıştı memlekete.
Misafirliklerle ilgili nüktedan bir manimiz de var. Misafir derki;
“Dışarda yağmur yağar eser
Biz gidersek ev sahibi küser”.
Ev sahibi der ki;
“Saçak altı kurudur
Misafirin yoludur”.
Maalesef covid yüzünden istesek te misafirlikler yapılamıyor.
Şimdilerde cami ile ev arasında gidip geliyorum. Cuma günleri bitpazarına gidiyorum oradan alışveriş yapıyorum sıkılmaya vakit bulamıyorum, bunlarla uğraşıyorum. Zaman buldukça da Hayri Demiray, Şahin Arslangiray, Yusuf Codura, apartmanda Ragıp Çökmez, İbrahim Şahin Eliçabuk var onlarla görüşüyoruz.
SAYGILARIMLA SERPİL ÖZKAN
22.04.2022
Çankırı Araştırmaları Sitesi sitesinden daha fazla şey keşfedin
Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.



Yorum bırakın