Her vesileyle şu sözleri tekrar ederdi. “Türk Milleti, kabiliyetli, dürüst ve temiz yaradılışlı bir millettir. Ancak, büyük kısmı esir, fakir, mağdur ve mazlumdur. YERYÜZÜNDE BÖYLE MAZLUM BİR MİLLETİN BAĞIMSIZLIĞINI VE YÜCELTİLMESİNİ İSTEMEKTEN DAHA HAKLI BİR DAVA OLAMAZ!”.

KAHT-I RİCÂL VE ADAM YETİŞTİRMEK
Konuya kafa yoran tarihçi ve siyaset bilimcileri, Osmanlı Devleti’nin gerileyip yıkılmasına sebep olan saiklerin başında, kaht-ı ricâl (nitelikli devlet adamı kıtlığı) meselesini saymışlardır. Türkiye üzerinde oynayan emperyal güçler, hakikîsinden devlet adamı yetişmesini engellerken, kontrollerindeki medya aracılığı ile bir takım kifayetsizleri devlet adamı diye yutturmayı başarmışlardır. Bu tipler, lise müfredatı ölçüsünde bile Türk tarihini bilmezler. Milletten ziyade, onları kollayıp gözeten efendilerine hizmet ederler.
Rical kıtlığını dile getiren çok, çâresine bakan yoktur. Türkeş Bey, elindeki imkânlar ne kadar kısıtlı olursa olsun, bir yerden başlar; ülkenin gençlerini yetiştirmeye çalışırdı. Hem eğitilen, hem sivil ve resmi kuruluşlarda deneyim kazanan insanlar içinden belli bir program dahilinde ricâl sıfatına lâyık olanlar muhakkak çıkacaktı(r). Ülkedeki karmaşa bu işlerin devamlı olmasına ve kurumlaşmasına hiç bir zaman fırsat vermedi. Alpaslan Türkeş’in 1978-80 arasında ülkücü kadrolara verdiği eğitim, bugün devlet adamı(!) diye ortalıkta arz-ı endâm eden kimseler için fazlasıyla ağır gelecektir. İnanmayanlar, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası hazırlanan MHP İddianâmesine bakabilirler. Yaklaşık 1000 sayfalık iddianamenin önemli kısmı, eğitim ve eğitimcilere tahsis edilmiştir. Başbuğ Türkeş dönemindeki MHP’de ülkücü, nitelikli insan yetiştirme en öncelikli faaliyet alanı idi. Oluşturulan Eğitimciler Gurubu, Türk insanını “eski kölesinin vurmasına” hâcet kalmadan uyandırma gayesine yönelikti.
TÜRKEŞ’İN ANLATTIĞI ÜSLÛPLA İLGİLİ BİR KISSA
Alpaslan Türkeş, kamuoyundaki imajı itibariyle sert bir insan olarak tanınıyordu. Bunun aksine gerek ikili münasebetlerde, gerek siyasi çalışmalarda –ona atfedilenin aksine- nazik ve yapıcı bir üslûp kullanırdı. Hayatta başarılı olmanın, insanları ikna etmenin ve partiye taraftar kazandırmanın da güzel bir üslûpla olacağının altını çizerdi. Parti içi eğitim programında yer alan beşeri münasebetler dersinin muhtevası, İslam ahlakı temeline dayanıyordu.
“Üslûbu beyan, ayniyle insan” diye güzel bir söz vardır. Peygamberimiz “Dinin güzel sözle anlatılması”nı emir buyurmuşlar, onun tebliğ ettiği dini dünyanın en güzel Türkçesi ile anlatan Yunus Emre;
“Söz ola kese savaşı,/ Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, / Yağ ile bal ede bir söz…”
diyerek konuyu veciz şekilde özetlemiştir. O devri yaşayanların bir çok defa dinlediği kıssaya geçelim.
KISSA:
Hükümdarlar, gördükleri rüyaların yorumlarına büyük önem verirlerdi. Yıldızlara bakarak kararlarını alan bazı hükümdarlar, yakınlarında müneccim ve rüya tabircisi denilen görevliler bulundururlardı.
Hükümdarın biri, rüyasında bütün dişlerinin döküldüğünü ve ağzında yalnız bir dişinin kaldığını görmüş ve kan ter içinde uyanmış. Derhal Rüya Tabircisinin huzuruna getirilmesini istemiş. Tabirciyi alelacele, apar topar huzura getirmişler. Hükümdar gördüğü rüyayı anlatmış. “Ağzımda tek dişin kalması neye işarettir, tiz tabir eyle” buyurmuş. Tabirci, dinlediği rüyayı, belki de apar topar getirilmenin telaşında;
-Eyvah efendimiz!.. Çok kötü bir rüya görmüşsünüz. Bu rüya, maalesef yakın zamanda bütün yakınlarınızın öleceğine işarettir.
Bu tabire çok sinirlenen hükümdar:
-Bu ne biçim rüya yorumudur!.. Derhal bu adamın başını kesin!!! Ve bana doğru dürüst, aklı başında bir tabirci bulun!…diye gürlemiş.
Hükümdarın adamları, tabirciyi cellâda teslim edip, yeni bir tabirci aramaya koyulmuşlar. Başka bir ülkede bulunduğunu öğrendikleri iyi bir tabirciyi bularak hükümdarlarının isteğini iletmiş ve kendi memleketlerine gelmeye razı etmişler. Yeni tabirci huzura alınmış, hükümdar rüyasını yeni baştan ona da anlatmış… Tabirci, (belki de öncekinin akıbetini de öğrenmiş olmalı ki):
–Efendimiz!.. Ne güzel bir rüya görmüşsünüz…Bütün sülaleniz içinde en uzun ömürlü olan sizsiniz. Daha uzun seneler adaletli idarenizle bu memlekette hükmünüz sürecektir… Ne mutlu size ve ülke halkına….
– Hah, şöyle.. tabirci dediğin böyle olmalı.. diyerek hediyelere ve ihsanlara gark etmiş. Rahmetli Türkeş, değişik vesilelerle bir çok defa dinlediğim bu kıssanın sonunda;
–Tabircilerin yorumları arasında esasta bir fark var mı? Ancak birisinin başı kesilirken diğerinin hediye ve ihsanlara layık görülmesi, üslûp farkından dolayıdır, diye sözü bağlardı.
Kıssa, maksadı son derece iyi ifade ettiği için her tahsil seviyesindeki partililer, kamu görevlileri, gençler mesajı çok iyi algılamış olurlardı.
TÜRKEŞ ve ÖNEMLİ GÖRDÜĞÜ BAZI KİTAPLAR
Alpaslan Türkeş, uzun ve mücadele içinde geçen hayatında sürekli kendisini geliştirmiş bir şahsiyettir. Tarihimizi, geçmişte ve bugün mevcut “fikir hareketleri”ni çok iyi etüd etmiştir.
Yeniliklere açıktı. Ülkücü teşkilatların kitap okuması, seminer ve konferans gibi etkinliklerle devamlı eğitilmesinden, anarşik olaylara rağmen hiçbir şekilde vazgeçilmemiştir. Bu geleneğin bu günkü temsilcilerinin öncekileri aşan faaliyetler yapması, daha donanımlı olması lazımdır. Sporda, sanat, kültür, bilim ve teknoloji alanında gençlerimizin dünya ile rekabet etmesini arzu ediyoruz. Kimsenin canı yanmasın, kanı akmasın. Akan alın teri, göz nuru ; sarfettiğimiz beyin emeği, mücadelemiz dünya milletleri ile rekabet olsun. Bu çağrı ülkenin tüm gençlerinedir.
Alpaslan Türkeş, teşkilat üyelerinin öğrenim düzeylerine göre okunacak kitap listeleri hazırlatır, 100-200 kitaplık bu listeleri binlerce teşkilat şubesine tamim ettirirdi. Israrla okunmasını istediği kitaplardan ilk aklıma gelenler: Prof. Dr. Osman Turan’ın “TÜRK CİHAN HAKİMİYETİ MEFKURESİ TARİHİ” ve Necip Fazıl’ın “YENİÇERİ”si, Prof. Dr. Fuat Köprülü’nün “TÜRK EDEBİYATINDA İLK MUTASAVVIFLAR” adlı eseri, Mehmed Ârif Bey’in “BAŞIMIZA GELENLER”i, büyük denizcimiz kaptan-ı derya “BARBAROS HAYREDDİN PAŞA’nın HÂTIRALARI” dır.
1974’li yılında, üniversiteden sınıf arkadaşım Ali Güngör(1), MHP Gençlik Kolları Genel Başkanı olarak görev yapıyordu. Bir gün beni arayarak kalınca kitap hacminde bir dergi verdi . Üzerinde “VERİMLİLİK” yazıyordu. Millî Prodüktivite Merkezi’nin yayın organıymış. Dergiyi bana uzatan Ali Güngör, “Bu yayının ne anlattığını bir sayfalık bir metinde özetlemeni istiyorum. Bu genel başkanın (o zaman “başbuğ” pek kullanılmazdı) isteğidir,” dedi. Hatırlayabildiğim kadarıyla, epey uğraşarak 1.5-2 sayfalık bir özet çıkarmayı başardım. Türkeş Bey, bunu okumuş mudur bilmiyorum. Ancak prodüktivite (verimlilik) kavramıyla tanıştım, kafamda bir ölçüde yer etti. Sanırım Türkeş Bey’in gayesi de gençlik kollarını böylesi konularla meşgul etmekti.
Milliyetçi olmak, dünya milletler ailesi arasında Türk Milletinin başını dik tutabilmektir. Ekonomide, kültürde, bilgide, eğitimde, teknolojide, sanatta ve sporda geri bir milletin başı nasıl dik olacaktır? Allah’ın yardımıyla, gönüllerde tutuşan birlik ateşiyle, bu badireleri de aşacağımıza inanıyorum. Onun çağrısı, daima “GÖNÜL SEFERBERLİĞİ” olmuştu….
Her yıl 4 Nisan’larda yapılan birbirinin benzeri törenlerle yetinmek yerine,; öncelikle Başbuğ Türkeş’in Türk tarihine, milletin istikbaline dair görüşleri, uyguladığı yöntemler, özellikle idealist insan yetiştirme faaliyetleri örnek alınmalıdır.
(1)Ali Güngör(1950-2014), Fakülteye başladığımız 1967 yılından itibaren MHP ve ülkücü hareketin her kademesinde görev yaptı. 21. dönemde Mersin milletvekili oldu. 2000 yılında büyük emek verdiği MHP’den haksız biçimde uzaklaştırıldı. 17 Ekim 2014 günü vefat etti. Sağ iken parti üyeliğini çok görenler, ölünce ‘kalbimizde yaşayacak’ diye beyanat verdiler. Allah rahmet eylesin.