CEM DİLÇİN (18 Ekim 1942-1 Kasım 2013)

1942 yılının 18 Ekim 1942’de Çankırı’nın Yenimahalle semtinde dünyaya geldi. 1954 yılında İlkokulu ve 1957’de ortaokulu, Ankara’da tamamladı. Dedeleri ve babası sayesinde kadim edebiyatımıza olan ilgisi ilkokul çağında başladı. Divanü Lûgat-it-Türk Dizini adlı eserinin hazırlık safhasında babası Dehri Dilçin’e yardım etmeye başladığında ilkokul 3.sınıftadır. Eski yazı ve Osmanlıca metinleri okuma merakı hayatı boyunca devam etti. Babası Ali Dehri Dilçin’in Tarama Sözlüğü’nü Ömer Asım Aksoy ile hazırladığı sırada ortaokuldadır. Bu kez bu eserin matbaa baskılarının tashihlerinde görev alır. Eski yazıya ve Divan edebiyatına merakı daha da artar. Kaderi onu adeta adım adım gelecekteki mesleğine hazırlar. İçinde doğduğu aile bu meslek için idealdir. Bu çalışma sırasında sözlükte geçen beyitleri okurken aruz veznini de mükemmel şekilde öğrenir.
Cem Dilçin hocayla birkaç telefon konuşması dışında tanışıklığımız yok. Geçirdiği bir kaza ve hastalığının başlaması görüşmemize engel oldu. 1 Kasım 2013’de aramızdan ayrıldı. Karşıyaka mezarlığında yapılan cenaze törenine definden sonra ulaşabildim. Hakkında bir şeyler yazmayı arzu etmiş olmakla beraber bugüne kadar nasip olmadı. Mezartaşına “Eski Türk Edebiyatı hocalarından dil bilgini ve şair” diye yazılmış. Bu sıfatları fazlasıyla hak eden bir insan. Doğup yetiştiği çevre, onu böyle bir istikbale hazırlamak için ideal bir ortam denilebilecek özellikler taşıyor. Geleneksel kültürümüzü uzmanlık düzeyinde bilen bir aile çevresi. Prof. Dr.Cem Dilçin, hayat hikayesini yazılı olarak bırakmış. Sayın Zehra Toska, kendisinden dinledikleri ve yazılı hayat hikayesinden güzel bir biyografi ortaya çıkarmış. Onun yazdıklarından Çankırılı aile çevresiyle ilgili kısmı kısaltarak aktarmak istiyorum.(1)

mezar
-Cem Dilçin’in Mezar kitabesi-
BABA ALİ DEHRİ DİLÇİN (1901-1977)
Babam Dehri Dilçin, Çankırı’nın Hacı Saraç ailesinden Hakkı Efendi’nin oğludur. 1901 doğumludur. İbtidaî ve rüşdî öğreniminden sonra Çankırı müftülerinden Mehmet Atâullah Efendi ve Müftizâde İsmail Efendi’lerden özel olarak medrese dersleri almış ve Arapça öğrenmiştir. Bunun yanı sıra Çankırı Mevlevîhânesi’nin son şeyhi olan Hacı Hasîb Dede’den de Farsça öğrenmiş, Mesnevi okumuş, musiki ve ney üflemeyi meşk etmiştir.
1933’te Türk Dil Kurumu’na girerek emekli olduğu 1975 yılına kadar Derleme ve Tarama
Kolu’nda uzman olarak 42 yıl çalışmıştır. Türk Dil Kurumu’nun üye kütüğüne 2 (iki) numarayla kayıtlı en eski üyelerindendir. Divan ve halk edebiyatı konularındaki derin bilgisi ve yoğun birikiminin yanında dil, edebiyat, tarih, din, tasavvuf, tıp… gibi her türlü bilime ilişkin eski metinleri bütün incelikleriyle anlayıp değerlendirmek ve bunların dil ve üslûp açısından en ağır olanlarını bile kavrayıp çözmek konusundaki uzmanlığı da bu alanda çalışanların bildiği ve her zaman dile getirdiği bir gerçektir. Dil ve edebiyata ilişkin eserlerinin yanında, “mürettep” bir “divan” oluşturacak sayıda aruz ve heceyle her biçim ve türde âşıkane, rindâne, sûfiyâne ve hakîmâne konularda şiirleri de vardır. Pek çok rübai ve tuyuğ yazmıştır. Arada bir sevdikleri ve dostlarıyla ilgili doğum, ölüm, evlenme, ev alma… gibi olaylar dolayısıyla “ebced”le “tarih”ler de düşürmüştür.
Cumhuriyet döneminin en önemli dil projelerinden biri olarak iki dizi hâlinde yayımlanmış toplam12 ciltlik Tarama Sözlüğü’nü Ömer Asım Aksoy’la birlikte hazırlayan tek kişidir.
Babam, dil ve edebiyat konusundaki benim “ilk hocam”dı, sonsuzluğa göçtüğü 17 Kasım 1977’ye kadar da hep “hocam” oldu.

DEDE HÂFIZ HAKKI EFENDİ
Dedem Hakkı Efendi geçimini saraçlık yaparak sağlamakla birlikte şiir, edebiyat ve musikiye olan ilgisiyle tanınmıştır. Aynı zamanda güzel sesli bir hafız da olan dedem, şiir ve edebiyat konularında küçük yaşlarından başlayarak babama hocalık etmiştir. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse Sünbül-zâde Vehbî’nin Tuhfe’sini ve Ziya Paşa’nın Terkıb-i Bend’ini babama 10 yaşındayken okutmuş yani “şerh etmiş” ve ezberletmiştir. Dedeme ait “bir şiir mecmuasının eline geçmesiyle 13 yaşında şiire başladığını” Türk Şiirlerinin Vezni adlı eserinde bildiren eski Çankırı milletvekillerinden değerli bilim adamı, şair ve yazar Ahmet Talât Onay da babamla aynı aileden gelen amca çocuklarıdır. Yani dedem Hakkı Efendi, Ahmet Talât Onay’ın öz amcasıdır.
ANNE ŞÜKRÜYE DİLÇİN (1919-1992)
Annem Şükrüye Dilçin, asıl mesleği “el işi” dersi öğretmenliği olması nedeniyle eski Çankırılılar’ın “el işi muallimi” olarak tanıdıkları ve aynı zamanda hafız da olan İsmail Rahmi Koçhisarlı’nın kızıdır. İlkokul mezunu bir ev hanımı olmasına karşın okumayı severdi. Yıllar yılı her gün hiç aksamadan eve gelen birkaç gazeteyi bizimle birlikte o da okurdu. İlkokula başlayacağım yıl ısrarlarıma dayanamayarak kitap adlarını ve gazete başlıklarını heceleyebilecek kadar yeni harfleri okumayı bana annem öğretmişti.
DEDE HÂFIZ İSMAİL RAHMİ KOÇHİSARLI
Dedem İsmail Rahmi Koçhisarlı da okumayı seven, aruz ve heceyle dinî hikemî konularda şiirleri olan titiz, sert ve Çankırı ağzında ‘korkuyla karışık saygı uyandıran’ anlamında kullanılan deyimle “örflü” bir kişiydi. Emekli olduktan sonra Çankırı’da bir süre müftü vekilliği ve imamlık da yapmıştır. Benim “ilk eski yazı hocam”dı. “Hocanın vurduğu yerde gül biter” atasözünün “fehvâsınca” eski yazıyı okumayı da yazmayı da 7 yaşımdayken 3 ayda bana o öğretti. Nur içinde yatsın!… (2)

ÇANKIRI’DA BAŞLAYIP ANKARA’DA GEÇEN BİR ÖMÜR

1942 yılının 18 Ekim Pazar günü saat 18.30’da Çankırı’nın Yenimahalle semtinde bulunan halamların evinde dünyaya geldim. Halamların evi o yıllarda önü ve arkası geniş üzüm bağları, meyve ağaçları ve küçük bir çiçek bahçesiyle çevrili, bahçe içinde biri küçük, fıskiyeli üç havuzu olan bir evdi. Annemle babamın düğünleri de o evde yapılmış, “dünya evi”ne de o evde girmişler. Halam, hem eski yazıyı hem de yeni yazıyı bilirdi. Dedemin eski yazı öğrettiği günlerde beni çalıştırırdı. Daha sonraki yaz tatillerinde Çankırı’ya gittiğimizde eski yazı konusunda halamdan da yardım alırdım. Doğumumdan çok kısa bir süre sonra, daha doğru bir deyişle “kırkım çıktıktan” sonra Ankara’daki evimize dönmüşüz.
İlkokul Yıllarım (1949-1954 )
Ders dışında manzum ve mensur metin okuma alıştırmalarım babamın yönlendirmesiyle ilkokul sıralarında başladı. Bir işim de bazı akşamlar babamın Edebiyatımızda Atasözleri adlı kitabındaki halk şairlerinin Nasihat Destanları’nı bunlardaki öğütler doğrultusunda “amel etmem” koşuluyla yüksek sesle okuyup ezberlemekti. Bu okumalardan da daha sonraki yıllarda iyice yoğunlaşacak olan “okuduğum her şiiri ezberleme yatkınlığı” kazandım.
Babama “ilk asistanlık” yapmam ilkokul 3. sınıfta başladı. Aldığım ilk görev de, onun Türk Dil Kurumu’nca 1957’de yayımlanan Arap Alfabesine Göre Divanü Lûgat-it-Türk Dizini adlı eserinin hazırlık aşaması çalışmalarına başlangıç olmak üzere Divanü Lûgat-it-Türk’ün Besim Atalay tarafından yapılan 3 ciltlik çevirisinin her sayfasının satırlarını numaralamaktı.
Ortaokula başladığım yıl tamamını okuyarak ilk bitirdiğim eski yazı kitap Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerini içeren Türk Sazı oldu. Lise yıllarına geldiğimde eski yazı okumaktaki becerim oldukça ilerlemiş, divan ve benzeri metinleri iyi kötü okuyabilecek düzeye ulaşmıştı. Bu nedenle Fakülte’ye başladığımda hocalarım beni Eski Yazı-Osmanlıca derslerinden “gayr-i resmî” de olsa “muaf tutmuşlardı.”
ORTAOKULDA ŞİİR ÖDÜLÜ
Ankara Namık Kemal Ortaokulu’nda Okul müdürümüz, bir süre benim de Türkçe öğretmenim olmuş, çok değerli bir dilci olan Beşir Göğüş’tü. Türkçe öğretmenlerimiz şiiri önemserler, bizi de bu alana özendirirlerdi. Bu nedenle küçük bir “şiir defteri” de edinmiştim. O yıllarda ayrıca kendi kendime şiir yazma denemelerine de başlamıştım. Son sınıfta iken bu denemelerimin bir sonucu olarak Türk Kadınlar Birliği’nin o yılki Anneler Günü’nde “anne sevgisi” konusunda düzenlediği bir şiir yarışmasına katılarak Türkiye ortaokulları arasında birincilik ödülü kazanmıştım.

DİVAN ŞİİRİ, HAYATIN RİTMİ ve ARUZ

Ortaokul döneminde de babama “asistanlık”ım sürüyordu. Tarama Sözlüğü’nün ilk serisinin son ciltlerinin basımevinden gelen provalarının düzeltmelerinde babama yardımcı oluyordum.
Divan şairleriyle ilk karşılaşmam ve divan şiiriyle ilgilenmem de bu yıllarda Tarama Sözlüğü’nün tanıkları arasında geçen beyit örnekleriyle başladı. Zaman zaman bunlardan ilgimi çekenlerin anlamını babama sorardım.
Bu arada, Tarama Sözlüğü’ndeki söz konusu beyitleri okurken karşılaştığım kimi güçlükler nedeniyle babamdan aruz veznini de o yıllarda öğrenmiştim. Çocukluğumdan beri ritmik düzendeki şeylere karşı olan ilgim ve duyarlılığım nedeniyle aruzu öğrenmekte hiç zorlanmadım. Babam zaten bana aruzu, bugün lise ve üniversitelerde pratik amaçlarla yapıldığı gibi öyle nokta-çizgi ile öğretmedi. Aruzun bir müzik ve usûl konusu olduğunu söyleyerek gerçek anlamda bunun gözle değil kulakla öğrenilebileceğini anlattı ve aruz kalıplarının ritimleri açısından bir beytin taktiinin nasıl yapılabileceğini “usûl tutup” dizlerine vurarak bana gösterdi. Ben de evde yalnız kaldığımda hem bağıra bağıra beyitleri okur, hem de çırpına çırpına vezinlerini bulmaya çalışırdım.

O dönemde ve daha sonraları Tarama Sözlüğü’nün düzeltmelerinde Sözlük’ün her bir formasını en az üç dört kez okumam nedeniyle madde başlarının büyük çoğunluğunu anlamları ve ilginç tanıklarıyla birlikte ezberlemiştim. Bu durum benim için ileriki yıllarda eski metinler üzerine yaptığım çalışmalar açısından çok büyük bir kazanç olmuştu.

AHMET TALÂT ONAY VE EVDE DOKTORA DERSLERİ
Ortaokul, lise ve üniversitenin ilk yıllarında asistanlık görevimin dışında bazı akşamlar babamla yaptığımız şiir sohbetleri, neredeyse günümüzde üniversitelerde yapılan doktora dersleri gibi olurdu. Buna ek olarak, yakın akrabamız olan Ahmet Talât Onay’la babamın sık sık bir araya gelip şiirden edebiyattan konuşmaları da pek çok şeyi anlamamakla birlikte çocukluğumda ilgiyle dinlediğim bir ders gibiydi. En çok da imâle ve medleri “dört elif mikdarı” çekerek heceleri uzata uzata “şiir inşâd etmeleri” dikkatimi çeker, bu türlü okuyuş tarzı çok hoşuma giderdi. Evde yalnızken onları dinlerken ezberlediğim kimi dize ve beyitleri onlar gibi okumaya çalışırdım. Daha sonraları öğrendiklerimle dinlediklerimden aklımda kalanları karşılaştırdığımda, pek çok konunun kafamda belirginleştiğini ve netleştiğini gördüm. Onları dinlemekle bugünler için ne kadar çok şey kazandığımı anladım. Talât Bey Amca 1956’da göçtü. Keşke daha ileri yaşlarımda onların bu çok yönlü ve ayrıntılı söyleşilerini dinleyebilseydim. Her hâlde bugün olduğumdan daha farklı olurdum…”
Günümüzde hayatın ritmini bir türlü yakalayamayışımız, musikî ve aruzu usül vurarak öğrenmeyişimizle ilgili olabilir mi? Eski Türk Edebiyatı hocası, dil bilgini ve şair Prof. Dr. Cem Dilçin’e rahmet diliyorum.
_________________________________________________________________________________________________________________
(1)Zehra Toska, “CEM DİLÇİN’İN HAYAT HİKÂYESİ VE YAYINLARI O GÜNLERDEN BU GÜNLERE” A.Ü.DTCF Türkoloji Dergisi 18, 1 (2011) 1-28 .
(2)Yazıda adları geçen Ali Dehri Dilçin, İsmail Rahmi Koçhisarlı, Ahmet Talat Onay, Saraçoğlu Hakkı hakkında bu sitede yazılar yayımlanmıştır

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s