‘Hocaların Hocası’ olarak anılan tarihçi yazar Halil İnalcık vefat etti.
Hocamıza Allah’tan rahmet, ailesine, milletimize ve bilim camiasına başsağlığı dileriz.
Ünlü tarihçi 2008 yılında Çankırı’ya da bir çalışma ziyareti yapmıştı. Çankırı Araştırmaları Dergisinde çalışmalarına yer verilen tarihçi ile yazarımız Erhan Metin’in yaptığı söyleşiyi yeniden ilginize sunuyoruz.
(ı) PROF. DR. HALİL İNALCIK İLE TARİH, TARİHÇİLİK VE YEREL ARAŞTIRMALAR ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ, Erhan METİN
http://www.cansaati.org/topluluk/forum_posts.asp?TID=2436
(ıı)
Tarihin Kutbu İnalcık Hocamızla Bir Çankırı Hatırası
Yrd. Doç. Dr. Erhan METİN
Çankırı Karatekin Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
e-posta: erhanmetin18@hotmail.com erhanmetin@karatekin.edu.tr
Gsm: 0536-359-17-24 Telefon: 0376-218-95-50 (7442)
Halil İnalcık Hocamızı; 2008’de Bir kültür insanı Çankırı Belediye Başkanımız İrfan Dinç Beyin desteklerinde Çankırı’ya gerçekleştirdiği tarihçi çıkartmasında tanıma fırsatı buldum. O dönem Koordinatör olarak görev yaptığım Çankırı Araştırmaları Merkezinin Başkanı Yüksel Arslan bey, İnalcık hocaya refakat etme görevini bana vermişti. Sabah erken saatlerde hocamıza tahsis edilen bir araçla Çankırı’dan Ankara- Bilkent’e almaya gittik. Giderken lisans yıllarında kitaplarını okuduğumuz fakat görmenin hayal olabileceğini düşündüğüm Prof. Dr. Halil İnalcık hocayı almaya gidiyor hem de hayal ediyordum. Kişiliğini, şeklini-şemalini, davranışlarını… Neyse ki yol çabucak bitiverdi. Orta boylarda açık tonda bir pardesü ve çocukluğumda izlemekten usanmadığım Karetekitteki Miyagi ustaya benzeyen sempatik bir şahsiyet olarak gördüm hocamızı. Hocamızla beraber o dönemden hatırımda kalan Bülent Arı, Mehmet Kalpaklı, Oktay Özkan gibi tarihçilerden oluşan yaklaşık 10 kişilik bir ekiple Çankırı yoluna koyulduk. Bu arada hemen önceden hazırladığım kitabını imzalatıverdim. Yol boyunca İnalcık hoca Çankırı tarihine dair sorular soruyor ve yorumlar getiriyordu. Bana hangi konuda çalıştığımı sordu. Bende “Ermeniler” hocam dedim. Arkasından Çankırı’da tiftikçilik var mıdır? Dedi. Bende bir dönem varmış şeklinde cevap verdim. O döneme kadar hiç okumadığım bir tespitte bulunarak. Tiftik varsa “Ermeni” vardır yorumunda bulundu. Hocamıza “niçin?” sorusunu sorma cesaretini gösteremedim. Bir saat sonra yol kenarında bir çay molası verdik. Hoca anlattıkça anlatıyor bende bu yolculuk biraz daha uzayamaz mı diye dua ediyordum. Bu arada telefonum hiç susmuyor Yüksel bey sürekli neredesiniz salon dolu millet sizi bekliyor ikazlarını yapıyordu. Neyse ki yaklaşık 45 dakika rötarlıda olsa salondaydık. Salon, tıklım tıklımdı. Çankırı tarihi, ahilik ve yaren teşkilatı üzerine güzel bir konferans verdi Rahmetli hocamız.
Sonra Çankırı’yı gezdirmek üzere yola koyulduk ilk durak tuz mağarası idi. Aracımızla tuz mağarasına inerken İnalcık hoca bir komutan edasıyla “Durun.! aracı durdurun..! ben aşağı inemeyeceğim dedi.” İlk başta ne olduğunu kimse anlamadı. İleride çevirmemi var desek mümkün değil yolun sonu mağara. Peki hocamız niçin durum dedi. Cevabını az sonra anlayacaktık. Aracımız durdu ve mihmandarı olarak ben ve hocamız araçtan indik. Sonra hocamıza niçin inmek istedğini sordum. Hocanın kapalı mekan fobisi olduğunu o sorudan sonra öğrendim. Refakat görevi bendeydi ve tabi ki hocamızla mağaranın kapısında inerek diğer misafirlerin mağarayı ziyaret edip çıkmasını bekledik. Bu duruma o kadar çok sevindim ki anlatamam. Anlatılmaz yaşanır derler ya o hesap bizimkisi. Kaymaklı ekmek kadayıfı gibi bir şey. Hocayla başbaşa idik. “Durur mu Anadolu çocuğu, çok sever bulgur pilavı ile cacığı” diyerek o dönem akıllı telefon ne gezer. Hemen önceden hazırladığım ….. marka ses kayıt cihazımı çıkarıp daha önceden hazırladığım söyleşi sorularını sormaya başladım. O söyleşimiz hem araştırma merkezi degisinin 3. Sayısında hem de hocamızın daha sonra yayınladığı söyleşiler kitabında yer aldı. Hocamızın fobisi bir söyleşinin kapısını aralamış oldu. Hocamızla hem söyleşi yapıyor, ilmen böyle büyük bir itibara sahip olan hocanın nasıl bu kadar mütevazı olduğuna şaşırıyordum. Etrafta bir iki kitapla allame-i cihanlık yapanları gördükçe ilmin son noktasının kafayı eğmek olduğunu şahsen bizzat hocanın duruşunda konuşmasında tescil ediyordum. Neyse ki tuz mağarasını ziyaret eden misafirler çıktılar ve hocanın dinlenmesi için otel yoluna koyulduk. Hocamızı dinlensin diye oteldeki odasına bırakıp akşamki yaren gösterisinin hazırlıkları için ayrıldım. Tam ben çıktıktan sonra Anadolu lisesinden bir grup öğrenci otele gelir, hocayı bulur, hocanın kolundan tutup dışarı gezmeye götürürler. Tarihin Şeyhide benim bunlarla ne işim var demeden bu cengaverlerin peşine takılıp gider. O an İnsanı büyük yapan şeyin sadece ilim değil, ilmin yanında çocukla çocuk, gençle genç ve ihtiyarla ihtiyar olabilmekten geçtiğini gösterdi hoca. Otele geldiğimde resepsiyona İnalcık hocayı almaya geldim dediğimde, görevli arkadaş bir grup genç götürdü demez mi? Hocayı kaçırdılar zannedip ne kadar korktuğumu anlatmayım hiç. Allah Rahmet eylesin. Mekanın cennet olsun hocam. Şu gökkubede kalan bir hoş seda imiş.